Cumhuriyet'in İlk Yıllarında Aile Kavramı ve Çocuk Sahibi Olmaya Öjenik Kaygılar Açısından Bakmak
Evrim düşüncesi Darwin tarafından ortaya konmuş, Fransic Galton tarafından kurgulanmıştır. Tüm dünyada yankı bulan düşünce Osmanlı Devleti’nde Tanzimat aydınlarına yansıması ise, “tüm canlı türlerinin, değişim içinde olduğu, doğal yasalara uygun bir şekilde tek bir atadan evrilmekte olan türlerin geçmişten bu yana yavaş yavaş ivmelerle pek çok değişim yaşadığı, özsel bir değişimle pek çoğunun ortadan kalktığı ve kalkmakta olduğu” şeklinde olmuştur. Düşüncenin Osmanlı Devleti’ne siyasal ve kurumsal yansıması ise “devlet bünyesindeki farklı ulusları resmiyette “Türk” çatısında toplamak, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan bu yana ortaya koyduğu çok uluslu ve kültürlü yapısını ortadan kaldırmak, devletin bekasını sağlamak amacıyla Fransız İhtilali sonrasında yaygınlaşan milliyetçilik akımı çerçevesinde değişik ırklara ait unsurları homojen Türk ulusuna dönüştürerek kendine bağlı ulusların kaybını azaltmak” şeklinde olmuştur.
Değişen dünya yapısında yok olmama kaygısı taşıyan Osmanlı aydınlarından Baha Tevfik, Bedi Nuri, Suphi Ethem, Memduh Süleyman, Nafi Atuf Kansu, Mehmet Emin Yurdakul, ayrıca Abdullah Cevdet, Ethem Nejat, Mehmet Şemseddin Günaltay, Celal Nuri ve M. Kemal Atatürk gibi pek çok düşünür Darwinizm’in şiddetli takipçilerinden olmuştur.
XX. yüzyılın başları siyasi düşünce ve amaçları uygulamada millet-ırk kavramının önem kazandığı bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Saf kan, üstün ırk, ırk ıslahı (öjeni) gibi bazı kavramlar ulusların siyasi arenada kendi geleceklerini şekillendirmek için etkili olan tartışma konularını oluşturmuştur.
Türk milliyetçiliğinin ve millet kavramının oluşma sürecinde “Meşrutiyet, Milli Mücadele ve Cumhuriyet’in kuruluşundan süregelen birikimin, ulus-devlet ideolojisine dönüştüğü ilk evrenin (1923-38) incelenmesi, ulus devlet politikasının sağlık alanındaki yansımaları ise şöyledir.
Ulus-devlet anlayışı sağlıktan dile, hukuktan sosyal alana kadar pek çok uzantıya sahiptir. Sağlıktaki yansıması daha çok öjenik çalışmalarla kendini göstermiş olup, gelecek nesiller ve ırk sağlığının sağlanması için insan bedenine ve hayatına hükmedilmesi fikrinden gelişmiştir. Yeni kurulan Türk Devleti, ulus devlet olma çabaları içerisinde olmuş, modernleşme ve medenileşme projesi nüfus ve insan bedeni üzerinde öngördüğü siyasetten kaynaklanmıştır. 20. yy’ın başları ırk kavramı düşüncesinin yeni Türk devletinde siyasi amaçların hayata geçirildiği bir dönem olma özelliği göstermektedir.
Üstün ırk, ırk ıslahında ilk uygulamalar(öjenik uygulamalar), Yeni Türk Devleti’nin kurulup Cumhuriyet’in ilanını takip eden günlerde Mustafa Kemal Atatürk’ün konuyla ilgili meclis konuşmalarında, ““Ulus Devlet olma” ve “Sağlık alanında ulusallaşma” çabaları için bulaşıcı ve salgın hastalıkların engellenmesi, salgın eğilimi göstermiş olan hastalıkların hemen zamanında sağaltım ve koruyucu tedbirlerle önlenmesi, bulaşıcı ve salgın hastalıklarla savaşıma ayrı bir önem verilmesi” gibi kendini göstermiştir.
Öjenizmin ülkemiz için kökleri İttihat Ve Terakkideki sosyal darwinizme kadar götürülse de asıl etkilerinin görüldüğü dönemler 1920’li yıllardan sonraki yıllara, 30’lu ve 40’lı yıllara kadar uzandığı söylenebilmektedir. Üstüste yaşadığı savaşlarla nüfusunun çoğunu kaybetmiş yeni Türk devleti modernleşme projesi doğrultusunda ilerleme yolunda gerekli nüfusa erişmek için devletin nüfusunu arttırmayı öngörmekteydi. Cumhuriyetin kurulması ile 1965 yılına kadar geçen dönemde pro-natalist(nüfusu arttırıcı) politikalar nüfus siyasetinin temelini oluştursa da dünyada da yaygın olan öjenik kaygılar ülkemizde aydınlarca da benimsenmişti.
Nüfus artırma çalışmalarında bir diğer husus da çocuk sahibi olmanın teşvik edilmesi olmuştur. “1 Mart 1926 tarih ve 765 sayılı Ceza Yasası’nın Kasten Çocuk Düşürmek ve Düşürtmek Cürümleri kısmındaki 468. Madde küretajı yasaklamakta, gebeliğini sonlandıran kadına ve kişiye 2-5 yıl arasında hapis cezası öngörmekteydi. 1936 yılına gelindiğinde ise bu maddeye ek olarak, “Irkın devamlılığını ve sağlığını tehlikeye düşürmek” suç kabul edilmiş, “ırk” meselesinin dönem için önemi ortaya konmuştur. Yine 1936 yılında bu faslın adı “Irkın Tümlüğü ve Sağlığı Aleyhine Cürümler” olarak değiştirilmiştir. 1926 yılında yürürlüğe giren Medeni Kanun’da 18 ve 17 olarak belirlenen evlenme yaşı 3453 sayılı yasa ile 1938 yılında erkekler için 17, kadınlar için 15’e indirilmiştir. Yine bu dönemde çocuk düşürme eylemi sadece namusu kurtarmak adına gerçekleştirilebileceği düşünülmekteydi. Evlilik ve çocuk sahibi olmanın teşvik edildiği bir diğer uygulama ise bekârlık vergisinin yürürlüğe konmasıdır. Gazete ve dergilerde bekâr insanlar eleştirilmekte, evliliğe teşvik edilmekte, “Evlenmekten maksatın, çocuk yetiştirmek” olduğu vurgulanmaktaydı. Ayrıca yapılan nüfus sayımlarıyla bekârı en çok olan iller ve meslekler belirlenerek evlenmeleri için teşvik edilmekteydiler.
Akşam Gazetesi, 1929
Yeni Türk Devleti’nin ilk kurulduğu dönemlerde Türkiye’nin nüfus konusu politik, askeri, sosyal ve ekonomik açıdan büyük önem taşımakta, bu yıllarda, halk arasında geniş tahribat yapan hastalıklarla mücadeleye önem verilmekte, hem ülkenin sıhhi problemlerinin çözülmesine hem de nüfus artışını engelleyen meselelere çözümler aranmaktaydı. Bu doğrultuda Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin çalışmaları ile 23 Nisan 1927’de “bu” tarih, “Çocuk Bayramı” olarak duyurulmuştur. Bu tarihten itibaren her yıl büyük coşkuyla kutlanmaya başlanacak bayramın çocuk bayramı hâline getirilmiş olması, çocuklara bu ülke için verilen anlamı göstermektedir. Yapılan tüm çocuk bayram ve kutlamalarına 30’lu yıllardan itibaren Gürbüz Çocuk Müsabakaları da eklenmiş, etkileri geniş yankılar yaratmıştır. Gürbüz Çocuk Politikası’nın devamı olan bu müsabakalarda konuyla ilgili konferanslar veriliyor, çocuklar belli alanlarda yarışıyorlardı. En sağlam ve gürbüz çocuklar seçilerek gazetelerde yer verilerek örneklendiriliyorlardı.
Dönemin aydınlarından Fahrettin Kerim Gökay, Besim Ömer Akalın, Server Kamil, Dr. Ali Esat Birol, Hazım Tiner, Abdülkadir Noyan gibi isimler sağlıklı bir ırk yaratma hususunda büyük gayret sarf etmişlerdir. Kadınlar çocuk doğumu ve bakımı konusunda desteklenmekte, yeni kurulan Türk Devleti’nin çocuk ihtiyacını karşılayacak kadınların okur-yazar ve eğitimli olması istenmekteydi. Böylece daha güçlü ve istenilen çocukların yetiştirilebileceği gazete-dergi-makale gibi çeşitli yayınlarda vurgulanmakta, nüfus artırma yolunda bilinçli bir politikanın izlenmesinin gerektiği farklı boyutları ile tartışılmaktaydı. Bu yayınlarda, Türk kadının doğurgan olduğu vurgulandıktan sonra, bunun için ölüm oranının indirilmesi ve ırkların karışmaması gerektiğine değinilmiştir. Türk ırkının bozulmasını önlemek için sağlıklı çocuklara önem verilmesinin yanında kalıtsal olarak ırkın sağlığını bozan ırkların karışmasının da engellenmesi önemli bir husus olarak belirlenmiştir. Irk karışması, tıpkı tek bir vücutta iki ruhun var olması örneğiyle açıklanmış, ırkın karışması ile gerçekleşecek evliliklerde sadece ahlaken değil, fiziken de kudretsiz ırkların ortaya çıkacağı belirtilmiştir. En can alıcı noktalardan biri de aydınların halka verdiği konferanslarda anne ve babaların özellikle yılbaşı gecesi çocuk yapmaktan uzak durmaları gerektiğine olan vurgudur. Burada aşırı alkol tüketilmiş bir gece yapılan çocuklarda aklen geriliğin olabileceğine yapılan vurgu da oldukça dikkat çekicidir.
Kadın, gebelik, çocuk bakımı konularında oldukça fazla çalışmaları bulunan Besim Ömer Akalın, sağlıklı ırk ve nesiller yaratmanın milli bir görev olduğunu düşünmekteydi. Akalın’a göre, Cumhuriyetin kökleşmesi için anne terbiyesinin önemli olduğu belirtilmiş, annelik her mecrada yüceltilmiş, kadınlara sadece annelik için iltifatlarda bulunulmuştur. Yeni kurulan Türk devletinin süreli yayınlarında büyük kitlelere devamlı kadının kendine bakması, spor yaparak daha sağlıklı olması öneriliyor, bu konuda yoğun reklam çalışmalarına yer veriliyordu.
Kadınlar dışında tüm topluma da sağlıklı nüfusu artırmak için verilen tavsiyelerde; “Her memur her devlet adamının, 40 yaşına kadar evlenmiş ve en az 3 çocuk sahibi olmuş olması, bunun rastgele bir kişiyle evlenilerek değil, belli vasıflara sahip kişilerle olması gerektiği, “Devletin istikbaldeki çocuklarının eğri bacaklı-çıkık karınlı, soluk benizli, boş kafalı olamayacağı, nüfusun büyüklüğü için nitelikli bir büyüklüğün sağlanması” amaçlanmıştır. Tüm bunlar için anne-babanın kudretli, güçlü ve zeki olması ve bu genlerini gelecek nesillere aktarması önemli kabul edilmiştir.
Cumhuriyet’in ilk kurulduğu yıllardan itibaren görüldüğü üzere sayısız yasa çıkarılmış, Atatürk dönemi içerisinde de bu sağlık yasaları, niteliksel bir nüfusa vurgu yapan, niteliksel sayının artırılmasının desteklendiği bir yapıya dönüşmüştür. Sadece mevcut olan nesil değil, onların hayata getirdiklerinin de sonradan sağlıklı hayat sürebilmeleri için desteklendiği görülmüştür. Bu yasalar içerisinde eşlerin evlilik öncesi muayene olmaları, yapısal bozukluğa sahip olup olmadıklarının belirlenmesi, bulaşıcı hastalıklara sahip olan kişilerin evlenmemesi ile ilgili hükümler yer almaktadır. Dönemin aydınlarından bazıları, genlere müdahale edilmesinden kadın bedeni üzerinde düzenlemelere kadar düşüncelere sahip olsalar da dönem incelendiğinde pratikte fazla ileri gidilmemiş, hars(kültür) kavramı içerisinde neslin ıslahı temel politika seçilmiştir.
Günümüzde neslin iyileştirilmesi çalışmaları devam etmekte, geçmişten farklı olarak yapılan çalışmaların ise genetik bilimiyle alakalı bazı uygulamalar olduğu söylenebilmektedir. Konular daha çok; “Human Genom Project” projesi, genetik tarama, gen müdahale ve gen tedavisi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Genetik biliminin geldiği noktada soyu arındırmanın, yani öjeninin; hem bireyler ve hem de toplumlar arası ayrımcılığa neden olabileceği açıktır.
Bu yazı Hülya Öztürk’ün de yazarları içerisinde olduğu Erken cumhuriyet Dönemi (Cumhuriyet'in İlk Yılları'nda) Ulusallaşma Çabaları isimli yazının düzenlenmesi ve geliştirilmesiyle hazırlanmıştır.
Comments