Çok ağır kayıplar verse de, tür, bireysel yok olup gitmelere, hatta toplumsal ortadan kalkmalara rağmen varlığını sürdürebiliyordu. Bu başarısında öncelikle güven arayan, güven talep eden, güvenin ardında koşan, güvenen düşüncenin payı büyüktü. Güvenen düşünce, biraz sonra sayacağım dört düşünce boyutu için de geçerli olmak üzere, birbirleriyle etkileşim halinde bulunan düşünce çiftinden oluşur. Güvenin, bir yanı inanma, bir yanı sağlamlaştırma, destekleme, hesabını verme kutuplarından oluşur. İnsan, inanmak zorundadır. Anlam dünyası oluşturabilmek, düşünebilmek için, inanan düşünce, geçmişimizi geleceğe bağlamada, ayakta kalmada, uğraşlarımızı sürdürmede, hatta bir adımımızı attıktan sonra, ikinciyi atarken "yerin yarılmayacağı" inancını desteklemede önemli bir işleve sahiptir.
Ne demek inanan düşünce? Hiç düşünce inanır mı? Güvenir mi? İnanan düşünce demek inanma ile ilgili düşünce demek. Efsanelerle başlıyor. Mucizeleri, akıl dışı diye kabul gören olayları, varlıkları kabul edip, onları bir düzen içinde açıklamaya çalışan düşünce. Örneğin, Hıristiyan'ın üçün bir, birin üç olduğunu düşünce yoluyla, sağduyuya ters düşmeyecek biçimde ortaya koymaya çabalarken yaslandığı düşünce, inanan düşüncedir. İlahiyat tartışmalarının önemli bir bölümü, inanan düşünceyle yürütülür. Tutunan, koruyan, kapatan, darlaştırıp, sağlamlaştırmaya çabalayan, inanca yapışık, inançla beslenen, o nedenle "fanatik" dönüşümlere elverişli bir düşünce. Çıkış, eko-biyolojik olduğu için, yaşamın sürdürülmesinde güven pekiştirici özelliğinden dolayı, insan yaşamının temel düşünce boyutlarından biri oluyor. Duygularımızı çok kolay yönlendirebilecek nitelikleri var. Kuşku duymayan, sorgulamayan, açılmayan, irdelemeyen, "kaptırıp giden" bir düşünce, bir düşünme süreci. Düşünceyle güven isteğinin, umudun, umutsuzluğun, duygusal salınmaların birbirine geçtiği durumlarda ortaya çıkıyor. Büyük yıkımlardan, felaketlerden, sarsıntılardan sonra egemen oluyor, anlam dünyasına.
İnsan salt inanan düşünceyle düşünseydi, çatışmalardan, düş kırıklıklarından kavgalardan bir bakıma uzak kalabilecekti. Belki de inanan düşünceyle düşünen farklı düşüncedeki insanlar birbirlerinin inançlarını anlayamadıkları ya da kabul edemedikleri için, müthiş bir vahşet ele geçirecekti dünyayı. Oysa güvenen düşüncenin diğer yanında, haklı kılmaya, sağlamlaştırmaya çalışan, sınırlarını inancın dar alanıyla belirlemek yerine, "genel'', "evrensel'', "mantıksal" temeller arayan, temellendirici (sağlamlaştırıcı) düşünce var. Demek ki, güvenen düşünce, iki öğeden oluşuyor: 1 . İnanan düşünce 2. Temellendiren düşünce. Temellendiren düşünce, inanan düşünceden farklı olarak, sorgulayan, irdeleyen, bu sorgulama ve irdelemeleri, tutarlı bir biçimde mantıksal yapıda ortaya koymaya çabalayan düşüncedir. Temellendiren düşünce, temel inançları sorgulamaz, başlangıç ilkelerini destekleyici mantıksal önermeleri kurgulamaya çalışır. Sağlam mantıksal çatıyla, inançlar korunmaya uğraşılır. Uç noktalarda paranoya benzeri "gerçeklikten" kopma durumlarının da yaşanabildiği bu tür düşünme biçimi, psikolojik savunma mekanizmalarında da (örneğin, rasyonalizasyon!) görülebilir. Düşünce tarihinde, ortaçağ düşüncesi, İslam ve Hıristiyan ilahiyatları kimi zaman "inanılmaz yetkinlikte", şaşırtıcı sağlamlıkta mantıksal düşünme zincirleriyle, temellendirme örnekleri sergiliyor. Yirminci yüzyılda mantıkçı empirisist okulun, çözümleyici felsefenin temellendirici düşünceye giderek daha ince mantıksal teknikler geliştirerek dayanmaya çalışması, güvenen düşünceye neden bu denli fazla önem verildiği sorusunu gündeme getiriyor. (Bu soru üzerinde kısa da olsa duracağız!)
Güvenen düşünce, kendi iç sağlamlığınla yetinemiyor: Yaşama sorunlarının çözümü, bir başka düşünce boyutuyla sınanıyor, özellikle çağımızda en etkin düşünme biçimiyle: Gücü gözeten düşünceyle. Gücü gözeten düşüncenin de iki "kutbu", iki öğesi var: Denetleyen ve oynayan düşünce. Oynayan düşünceyle başlayalım. Oyunun güçle ne ilgisi var? Oyun ve denetim, birbirini bütünleyen iki insan etkinliği. İnsan hem homo ludens hem de homo technicus. Oyun yalnızca insanlarda değil, hayvanlarda da gözlemlenebilir. Oynayan düşünce, ironik, metaforik, şakacı, şen, sevinçli, rahatlayan, sevinç duyan düşünce. Mizah yapan düşünce. Düşler kurabilen düşünce. Sorunlara yönelmiş, onlarla boğuşan düşünceyi canlandıran, besleyen, tazeleyen düşünce. Oyunun gücü gözeten düşünce başlığı altına konmasının gerekçelerinden biri de o: Oyun, "gerçek", "ciddi" olarak gördüğümüz yaşamın dışına çıkabilme olanağı. Bu olanak, "dünyanın dönüştürülmesinde" bir geri çekilme anlamına geliyor. "Dinlenme" anlamına. Bu açıdan güçle "dolaylı" da olsa ilişkisi var.
Denetleyen düşünce ise çağlar boyu hemen her kültürün çevresiyle ilişkisinde önemli bir yer tutmuş: Denetleme, toplumsal, politik ekonomik güç elde etmede "araç"lar, "teknik"ler, "stratejikler kullanan düşünce. Yöneten düşünce. Kurulu düzeni, dizgeyi sürdürmek için karşısına çıkan sorunlarla başetmeye çalışan düşünce. (Buna "sürdüren düşünce" diyorum.) Hesaplayan, planlayan tasarlayan düşünce. Ele geçiren, zapt eden, sömüren düşünce. Bunlarla ilginç biçimde bütünleşen "üreten" düşünce, bir şeyi meydana getirme, üretmeye yönelik; teknolojiyi doğuran düşünce.
Özetlersek, denetleyen düşüncenin en azından beş "öğesi" var. 1 . Yöneten 2. Sürdüren 3. Hesaplayan 4. Ele geçiren 5. Üreten düşünce. Denetleyen düşünce, güvenen düşünceye destek verebilir, yaşam sorunlarını çözerek. Kendi içine kapandığında yaşamı cehenneme çevirebilir. Bu açıdan oynayan düşünce ile etkileşimi, bir çıkış yolu olabilir.
Düşüncenin üçüncü boyutuna "arayan düşünce" diyorum. Arayan düşüncenin de iki kutbu bulunuyor. İçi arayan düşünceye, "sezgisel" düşünce de diyebiliriz. Burada, içe yönelik düşünce, alışılmış anlamıyla, keyfe bağlı, kaprisli, rastgele, güvenilmez düşünce anlamındaki "sübjektif', öznel düşünce demek değildir: İç gözlemler yapabilen, içe anlayış yetimize, aklımıza, duygularımıza yönelik düşüncedir: "Mistik" düşünce diye adlandırılan Doğu bilgelerinin düşünme biçimine yakın bulunabilir. İçi arayan düşüncenin "mistik", "sembolik'', "dinsel" olması gerekmez. Dışa yönelik düşünce, gözleyen, deneyen, sınayanyanılan, "tespit" eden, konusuna saygı gösteren, "olanı olduğu gibi" saptamaya çalışan düşüncedir. (Olanı olduğu gibi saptama tutkusu, olanın "öyle olan" dünyada bulunması dolayısıyla, anlam vermeyi gerektireceğinden, olanın en azından bir anlam gözlüğü ile görülebilmesi zorunlu olduğundan olanaklı değildir!) Tarih boyunca düşünce, bu kutuplarda gidip gelmiştir. Doğu Bilgeliği Batı Düşüncesi zıtlığı bu iki kutup arasındaki fark olarak görülebilir. Oysa böyle bir bakış, Batı düşüncesindeki içe yönelmiş düşünceyi görmeyi engeller. Doğu Bilgeliğinin dışa yönelik gözlemlerini anlayamaz.
Düşüncenin dördüncü boyutuna "açılan düşünce" diyorum. Açılan düşünce, güvenen, güç gözeten düşüncenin tutuculuğuna karşı arayan düşüncenin kutuplarından birinde "ufkunu" açan düşüncedir. Kutuplarından biri "bireşimler kuran'', "betimleyen'', "saptayan" düşüncedir, buna "toparlayan düşünce" diyelim. Açılan düşünce, bilgilenen, öğrenen, yöneldiğine açılmaya uğraşan düşüncedir. Toparlama, gözlemsel saptamalar, sınıflamalar, ölçmeler olarak bilimsel etkinliğin adımlarından biridir. Merak edip, arayan düşüncenin yolculuğu sırasında aldığı notlardan oluşur. Örneğin Aristoteles fiziği toparlayan bir fiziktir. Toparlayan düşüncenin yoğun olduğu bir fiziktir.
Düşüncenin beşinci ve son boyutuna "yenileyen düşünce" denebilir. Kutuplarından birinde eleştirel düşünce, diğerinde kuram oluşturan düşünce vardır. Eleştiri belli düşünsel tutumla yürütüldüğünde, belli toplumsal, politik, ekonomik düzeni, bir ahlak dizgesini, normlarını, değerlerini, sanat yapıtlarını, kültür yaşamını etkileyebilir. Kendine yöneldiğinde kendini görebilme, yenileyebilme, "eskimiş" yanlarını yıkma gücüne sahiptir. Eleştiri yenilenmenin bir koşuludur, düşünce alanında, yıkmak, alanı temizlemek açısından. "Temizlenmiş" alana, eskilerde eksik, özürlü, "işlemez" olarak bulunanların eleştiriyle yıkıldığı alana, kuram oluşturan düşünce yerleşecektir.
Düşüncenin bu beş boyutlu, on kutuplu resmi elbette son binyılın düşüncesini resmetmede eksikliklerle doludur, üstelik yer darlığı yüzünden bu boyutlar yeterince irdelenememiştir. Bu olumsuzluklara karşın, binyıllık serüvene bir yorum getirmek için bir sıçrama tahtası işlevi görmektedir.
Comments